22 Ocak 2010 Cuma

United in Turkish Airlines sponsorship deal


Türk Hava Yolları'nın yaptığı bu hamleleri eleştirenlere anlam veremiyorum. Beğenelim yada beğenmeyelim kendi sınıfında dünyanın ilk 5'inde bulunan bir şirketin sponsorluk anlaşmaları imzalaması normal, bu adamlar piyasanın babalarıyla yapıyor. Adını duyurmak-yükseltmek için girişimde bulunuyorsan futbol pazarı bunun en önemli noktasıdır her zaman. Brand Finance'ın 2009 verilerinde avrupanın en değerli üç futbol kulüp markası Man. United - Real Madrid ve Barcelona'ydı. Ve bu pazardaki en büyük 3 markadan ikisine sponsor olmak da en üst seviye iştir. THY Ceo'su 2008'de 4.7 milyar dolar ciro yaptıklarını ve 2009'da 5 milyar doları geçmeyi hedeflediklerini belirtmiş. Avrupa'daki pazar payını da arttırma hedefindeki THY'nin de yapabileceği en üst düzey hamlelerdir bu sponsorluklar. Barcelona ile 3 yıllık 9 milyon euro'ya anlaşılmıştı ancak Messi'nin THY reklamında oynamasının değerini düşünmek gerekir. Birkaç yerde de Old Trafford Stadı'na THY ismi verileceği yazıyor ki kelimelere dökemem bunu. Yıllardır oyunlarda gördüğümüz, o sahada koşmak için hayal kurduğumuz stadın ismi belki de Türk Hava Yolları olacak..

Jo hamlesi


Öncelikle alttaki post için teşekkür ederekten, o son derece berbat resmin daha fazla göz önünde bulunmaması adına bir şeyler yazma zorunluluğunda hissettim kendimi.

Galatasaray'ın son transfer hamlesinin yayın ihalesiyle ilgisi çok fazla gibi geliyor. Para harcama olarak değil ama.. Jo - Love ikilisi CSKA Moskova takımında parlayan isimlerdi. Love'u satmayan Ruslar, Jo için gelen 18 milyon pound'u reddetmemişti. Nitekim City'de hiçbir şey yapamayıp Everton'a kiralanmıştı. Love ise eski kulübü Palmeiras'ta kiralık olarak oynuyor. Gelelim Galatasaray'ın hamlesine. Hedefi UEFA Avrupa Ligi olan bir kulüp, Avrupa'da oynayamayacak bir adamı yarım dönem için 1.5 milyon euro'ya kiralamaz. Gerçi Nonda'nın gidip Dos Santos'un geleceği haberleri de var ama saçma bir hamle olur bu da.. Jo sadece ülkemizde forma giyecek ve bu transferin tek açıklaması yayın ihalesi. Ama gelecek parayı harcama amaçlı bir hamle olduğunu sanmıyorum. Türkiye'de zirveye uzanıp hem yayın ihalesinden en büyük payı kapmak, hem de CL'ye doğrudan girip ayrı bir para dilimine uzanmak. Çünkü yeni sistemle birlikte ikinci olarak gidip de elemeleri geçmek oldukça zor hale geldi. UEFA ile CL gelirlerinin farkını söylemeye gerek yok zaten.

21 Ocak 2010 Perşembe

Doğum Günü Şeysi

Evet önce ilk yazımızı girdikten, sonra neden yazdığımızı felsefi sebeplerle açıkladıktan sonra bu yazımızı girebiliriz.

İyi ki doğdun kscgl, nice mutlu senelere, hep beraber.

Blogun geri dönüşü ve benim ilk photoshop tasarımım yeni yaş hediyen olsun. :)

Öyleyse Varım?


Descartes garip adam. Duyuları gözlemleri önemsemeyen bilgiye ulaşma tarzıyla ''Siktir git lan'' dedirtse de bilgi kuramını ortaya çıkaran insan neticede. Ve her şeyden önemlisi ''Je pense donc je suis'' yani ''Düşünüyorum, öyleyse varım'' demiş Fransız. Peki hemen hemen hepimizin defalarca duyduğu bu cümleyi düşünmek nasıl bir duygudur?

Katılmayan yoktur buna, düşünceleri ile var olur insan ve bu da öyle doğuştan olmaz. Doğuştan olsa Einshtein olurduk, şimdiye çoktan da fark edilirdik zaten. Bizde süreç uzun. En az 18-20 yıl gerekiyor düşünmeye de başlayabilmek için; varlıkları tanıdıktan sonra onları yorumlamak kısmı kalıyor. Futbolu seviyor, takip ediyor, gazetelerin manşetleri beyninde yankılanıyor ve futbolu böyle tanıyor. Belli bir yerden sonra kendisi egemen oluyor futbola da, oyuna da, manşetlere de. Erman'a gülerken sinir olmaya başlıyor; benim düşüncem budur, bu adam bunla taban tabana zıttır, o halde bu adama lanet olsun gibi. Her ne kadar bu karşısındakini topa tutmaya John Locke Abimiz ''Gerek yok, belki senin fikrin ileride saçma olacak; ne gerek var hiddetli karşı çıkışlara, fikrini belirt yeter'' dese de tepki veriyor işte insan.

Futbol yine hafif kalan yanı bu değişimin; siyaset, dünya fikirleri, ekonomi iyice içinden çıkılmaz boktan bir hale geliyor düşünen insan için. Bir yerden sonra kapı kolunu bile düşünür oluyor. Düşüncelerini sağlamlaştırmak için daha çok okuyor, daha çok izliyor, daha çok araştırıyor. Ve düşünmeye devam ediyor.

Ne diyorlar mesela, ''ünlü düşünür''. Bu ne biçim bir meslek adıdır veya bu bir meslek midir? Saçma. En önemlisi nasıl düşünür? Düşüncelerini nasıl toparlar? Nasıl bağlar birbirine? İşte burada benim düşünüp vardığım sonuç yazmaktır. Düşünürün araç gereci eskiden kalem kağıtsa şimdi laptop, bilgisayar olmuş. Ama her düşünce de var olandır ve silinip gitmeyendir. O halde eskiden silgi yasaksa şimdi backspace yasak veya yazıların altındaki delete butonuna tıklamak.

Yazarak var olmaya, düşünmeye başlıyoruz. Ha geri zakalı da değildik yeni dank etmedi de; adamakıllı yazmak lazım olduğunu şimdi daha çok anlıyoruz. Bakalım var olduğumuzu daha çok hissedecek miyiz yazmadığımız zamanlara göre. Her yazıyı bu mantaliteyle yazmak da beyne tecavüz olur da neyse, arşive bakıp bu yazıyı görünce hatırlarız zamanında bunları da düşündüğümüzü.

Daddy's Home

İnsan garip mahluk, gaza gelmek en büyük özelliği belki de. Her dönem insan bazı konularda gaza gelir. Hele ben bu konuda çok başarılıyımdır. Dersler, kilolar, sosyal aktiviteler gibi konularda şimdiye kadar onlarca kez gaza gelip bir işe girişmişimdir sanırım. Bu bloga da öyle başladık beraber, tabi bir yerden sonra hayatımdaki değişikliklerle birlikte o heyecandan kopup başka şeylerle uğraşır oldum. kscgl sağolsun baya kovalamış, yeni gördüm düşünün yani kopuşumu. Ama döndük bir şekilde buralara.

Bunda etken tatil mi? Sanmıyorum bu kez, nitekim çoktandır istiyordum yazmayı. Bir şekilde dönüş olacaktı da neredeyse bir ayımı kaplayan final dönemi müsaade etmedi. Bu akşam kscgl ile konuştum ''Hadi oğlum lan, 3 deyince'' dedim. O da sağolsun doğuştan boş, ''Tamamdır'' deyip işe koyuldu. (Bir de nicki düzgün olsa, yazıda adamdan bahsedesim gelmiyor resmen o nick'i eklerle yazmaya çalışırken)

Başlıyoruz tekrar, yazmak konusunda geri gelen hevesimin sebebini ilk yazımda izah edeceğim bakalım. Tekrardan merhabalar...